6 Eylül 2012 Perşembe

DÖNDÜK!

Uzuuun bir aradan sonra tekrar kürkçü dükkanına döndük efendim. Nerelerdeydiniz derseniz bi Trabzon yapıp geldik derim. Toplamda 21 gün yaptığım bu tatil bana bile uzun geldi, alışkın değil bünye :) Dün de işe dönerek kaldığımız yerden hayat rutinimize geri döndük sayılır. Sayılır diyorum çünkü kızımla dipdibe (ama tamamen dipdibe) bu tatil sonrası hem o hem ben travma yaşıyoruz. O evde bakıcısına arıza çıkarıyor beni arıyor ben işte ağlamaklı dolaşıyorum. Bunu da atlatırız inşallah Rabbim başka sıkıntı vermesin. 
Adı her ne kadar tatil olsa da dinlendin mi diye sorarsanız ona da yok derim. Ama gözümü ve ruhumu dinlendirdim, bedenimi tam olmasa da. Canım Karadenizim gözümü ve ruhumu yeşile, sessizliğe, huzura doyurdu. Gözümü nereye çevirsem yeşilin binbir tonu çıktı karşıma. Yaylalara da çıktım, meşhur Uzungöl'üne de gittim (hatta 4 kere!) dağ tepe dolaştım Zeynep'in izin verdiği ölçüde. İzin verdiği ölçüde diyorum çünkü tatile çıkmadan önce planım Zeyno'yu onu özlemle bekleyen babaanne ve dedeye satarak gezip tozmaktı. Herzamanki gibi planım elimde patladı. Değil Zeyno'yu uzun uzadıya yarım saat dahi bırakmak mümkün olmadı. Sesinin son perdesinden hönkürerek kucağımdan inmedi. Kimselere gitmedi, yemek yemeyerek beni çıldırma eşiklerinde dolaştırdı. Şanssızlık ki en zor zamanında gittik tam azı dişlerini çıkarmaya çalışırken. Tüm huysuzlukları bu vesileyle çarpı iki, çarpı üç olarak bize daha çok bana geri döndü. Kimselere gitmedi derken buna zaman zaman baba da dahil oldu. Bu tatilde yeni huylarda edindi küçükhanım. Misal: istediği olmayınca kendini yerlere atıp tepinme ve çığlık çığlığa bağırma gibi. Ben her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da -alışkanlık edinmesin diye- döndükten sonra da baktım hala aynı telden çalmaya devam ediyor. 
Trabzon güzelliklerine dönecek olursam gerçekten de memleketim tam bir kafa dinleme yeri. Sessizlik, sükunet paha biçilemez. Zeyno'nun gündüz uykularına eşlik etmek, yada o uyurken sakince kitap okumak, geceleri kalın battaniyelerle yatmak, hatta akşamları sobaların yanması, o sobada odun közünde pişirdiğimiz mısırları afiyetle mideye indirmek, yeni pişmiş mısır ekmeğini mis kokulu tereyağla mideye indirmek (hımmm olsada yesek şimdi), bahçeden taze salatalık, domates, biber toplayıp kahvaltıda lüpletmek, sonracıma yağmurun sesiyle mayışmak (bir gece çok korkutsa da, o kadar şimşek çakıp yağmur yağdı ki yatağımın içinde salavat çekip durdum- selden çok korkarım da), kışın istanbul'da olan tüm ahaliyle yazın orda karşılaşmak güzeldi netekim. Bir tatil de böyle bitti gitti.
Şimdi gündemimiz hala azı dişleri, patlayamadılar bir türlü, gece uykularımız perişan, bi deyin hele ne kadar zamanda çıkar bu dişler?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder