24 Ekim 2014 Cuma

Hayat dersleri..

Uzun bir aradan sonra merhaba bloğum.
Yazma konusunda biraz tembellik ediyorum farkındayım. Hani bazen olur ya içinizden bişey yapmak gelmez istemez öyle bir hal oldu bende sanırım. Neyse, aslında yazacak o kadar çok şey oluyor ki bazen bunu bloğuma yazmalıyım diye aklımdan geçiriyorum ama sonra unutuyorum. Neler yaptık görüşmeyeli kısa bir özet geçeyim o halde.  En son yazdığım günü unutmuyorum çünkü o gün çok hastaydım ve hasta olduğum için tahammül sınırım kalmadığından bir iş arkadaşımla, işle ilgili yaptığımız telefon görüşmesinde tatsızlık yaşamıştık. Olay neydi derseniz; tamamen kendi sorumluğu altında olan bir işi bana yıkmaya çalışmasından ve evvelden de hep benzer davranışlar sergileyip hep iyi niyetimi sömürmeyi alışkanlık haline getirmiş olmasından nasıl bunaldıysam artık o karşımda bla bla konuşurken ve aslında kendi yapması gereken işi bana nasıl yapmam gerektiğini anlatırken, ben, nezaket sınırını aşmadan konuyla ilgili serzenişimi de bildirerek telefonu pat diye kapatmıştım yüzüne. Sevgili iş arkadaşım bu konuyu burada bırakmayıp gurur meselesi yaparak –erkek- taşıyabileceği en üst noktaya kadar taşımış. Pazartesi bir geldim ki şikayet mailleri döşenilmiş, direktörler cc’ye konulmuş, konu Genel Müdürün önüne kadar gitmiş. İnanılmaz sinirlendim, ilkokul seviyesindeki bu tavırlara. Ama madem öyle, işte böyle diyerek mailine zehir zemberek cevap vererek gerisin geri yolladım. Bu mail trafiğine yöneticiler de şahit aynı zamanda. Şunu da belirteyim iş hayatında ve aynı yerde 9. yılımın içindeyim şu ana kadar kimseyle en ufak bir sorun dahi yaşamış değilim. Ben çenesi çok iş yapan insanlardan olamadım hiçbir zaman. Hani zeytinyağı gibi üste çıkan, her konuda haklı olduğunu savunan. Basit mevzuları da büyütmem ama bu konuda hiç geri adım atmadım. Sorunun nedeninden ziyade konunun getirildiği nokta canımı sıktı. Sonuç ne derseniz de şu an herkes kendi sorumluklarını gayet de güzel yerine getiriyor. Kendime çıkardığım ders ise; iyilikten maraz doğar.  
Kurban bayramına Trabzon’da girdik bu yıl. Toplamda 9 günlük kısa bir tatil oldu bize. Çocukluk anılarımda yeri olan yerlere gittik. Kızım küçükken benim yazları koşup oynadığım yerleri gördü, hem hüzünlendim geçen zamana hem mutlu oldum rüyalarıma bile giren bu yerlere tekrar gelebildiğim için. 




 
 Bu resimde görünen yer o kadar yüksekte bir yer ki, burayı ayrı severim.Bir gün piknik yaptık burada. Manzarasını görüyorsunuz.

 
 Zeynep bu sefer –maşallah diyeyim- pek uyumluydu. O da mutlu oldu bu tatilden, bahçeden babaannesiyle sebzeler topladılar, bana rengarenk çiçekler topladı getirdi verdi, her iki dedesinin yaptığı onu bekleyen salıncaklarında sallandı. Yazık ki ona köyde köy sütü içiremedim çünkü tadını beğenmedi. Alışık olduğu tadın dışında gerçek sütün böyle olduğunu anlatamadım. Oysa mis gibiydi süt. Gidişte de dönüşte de büyüdüğünün ıspatı olarak hep koltuğunda oturdu. Sonlara doğru da uyudu zaten. Geçen sene yazmışmıydım bilmiyorum valizlerle ilgili ama adamın biri kendi bavulu diye bizim bavulu alıp götürmüştü de bantta dönüp duran bizimkine benzeyen tek bir bavul kalınca duruma aymıştık. Neyseki adama ulaşmış, valizimizi e5’ten geri döndürmüştük. Bu sene böyle bir kriz yaşamamak için akıllandık ve bavulların banta çıktığı ilk yere konuşlandık :) Bu da ayrı bir ders oldu bize J
Daha sırada Zeynep’in kreşe başlaması ve bundan da çıkardığımız dersler var J En kısa zamanda yazacağım inşallah.