25 Eylül 2012 Salı

Uyku biraz daha uyku!

Uyku sen ne güzel bir şeysin. Gün gelip de uykuya güzellemeler yapacağım hiç aklıma gelmezdi. yetmiyor o kısacık gece, doymuyorum uykuya. Hala Zeynep'le beraber yatıyoruz. Gecede onbin defa uyanıyoruz. Kah üstünü örtmek, kah terleyen pijamasını değiştirmek, kah cuk cuk yapmak vs. vs. uyanıyoruz da uyanıyoruz. o kadar hafif uykusu var ki sağdan sola dönerken bile kendini uyandırmayı başarıyor ki ses mes hak getire :)  

Benim için günün en keyifli zamanı tüm işleri halledip, Zeynebin uykuya geçtiği gece saatleri, bu keyif anları gece 11'de falan başlıyor, ya uzanıp kitap okuyorum -en sevdiğim-, ya biraz tv veya bilgisayar. Mübarek vakit de böyle zamanlarda o kadar hızlı geçer ki.. Ayakta durduğum her dakika ise uykumdan bir kayıp. Resmen uykumdan çalıp kendime özel vakit ayırıyorum :) 
Bu kız ne zaman uzun saatler kesintisiz uyuyacak yaw? bir buçuk yaşına geliyoruz e be evladım yatıp uyusana güzel güzel. 

Ben böyle uykuya güzellemeler yapadurayım, sabahları zombi gibi kalkayım gece çoğunlukla sesimizi hiç duymayan, koca yatakta tek başına salon salomanje kaykılıp yatan babaya da bu sebeple gıcık olmuyor da değilim. Gırrr.

Haftasonu gidip Zeynep'e uyku tulumu alacağım. O kadar debeleniyor ki yatağında üstünde birşey bırakmıyor, menopozlu hanımlar gibi ayağına örtü falan değmeyecek, anında atıyor üstünden. Gidip ayakları açık bir tulum alayımda en azından üstü açık kaldı kalmadı derdi olmasın. Tabi hem ayaklı, hem ince -içi kalın elyafsız- bir uyku tulumu bulabilirsem!



17 Eylül 2012 Pazartesi

İyi haftalar olsun..

Sabah servisten inip işyerine doğru yürürken arkadaşıma da söylediğim temenni bu. Güzel bir haftaya başladık, geceki yağmurdan sonra hava  mis gibi, tazecik, temiz. Haftasonumuz Zeynep'in hastalığıyla pek renkli geçmese de geldi geçti işte. Hatta ben evden burnumu dahi çıkarmadım. Cumartesi akşamdan  Zeynep'te başlayan kusma hali sabaha kadar devam etti. Dünü de biraz iyi biraz kötü tamamladık. Bugün iyi olur inşallah.
Şimdilik bu kaa gittim ben, işimin başına marş marş.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Günlerin getirdikleri..

Geçen haftadan buyana değişen pek çok şey oldu sevgili blog. Öncelikle huyu suyu değişen kızçemin bakıcı teyzesi bizi lök diye ortada bıraktı. Hoş bir süredir sinyallerini veriyordu ana ben el mahkum çaresizliğiyle görmezden geliyordum. Zaten güç bela bulabilmiştim ve nihayetinde akrabaydı, evladımı hiç tanımadığım bir yabancıya teslim edemezdim! Çalışan annelerin en büyük kabusu bu. Neyse aldık boyumuzun ebadında bir ölçü, kalakaldık bir süre. Herzamanki gibi varlığına minnettar olduğum ablam olaya el koydu ve kısa sürede bir bakıcı ayarladı. Hatta oryantasyon sürecini de onun evinde geçirmekteler. Bense işe ablamdan gidip gelmekte, her sabah servise yetişmek için 20 dakika yürümekteyim. Yarından sonra evimize geçmeyi ümit ediyorum. 

  *

Beycağızın dedesinin sağlık durumu da iyi değil ve oldukça riskli bir ameliyat geçirmesi gündemde. Onun için kayınpederim de dahil evlatları yanıbaşında bu ara. evde kalmayışım diğer bazı şeylerinde aksamasına da vesile olmakta. 

*

Hazır bir süre ablamda kalacağım diye halıların tümünü yıkamaya yolladım, biz yokken çıksın aradan o iş diyerek. Çünkü çıplak evden nefret ediyorum. Yazın dahi halılarımın hepsi serilidir.

*

Aklım o kadar çorba ki ne işe konsantre olabiliyorum ne başka bir şeye, için sıkılıp sıkılıp duruyor. Hayırlara çıkarsın Rabbim.


6 Eylül 2012 Perşembe

DÖNDÜK!

Uzuuun bir aradan sonra tekrar kürkçü dükkanına döndük efendim. Nerelerdeydiniz derseniz bi Trabzon yapıp geldik derim. Toplamda 21 gün yaptığım bu tatil bana bile uzun geldi, alışkın değil bünye :) Dün de işe dönerek kaldığımız yerden hayat rutinimize geri döndük sayılır. Sayılır diyorum çünkü kızımla dipdibe (ama tamamen dipdibe) bu tatil sonrası hem o hem ben travma yaşıyoruz. O evde bakıcısına arıza çıkarıyor beni arıyor ben işte ağlamaklı dolaşıyorum. Bunu da atlatırız inşallah Rabbim başka sıkıntı vermesin. 
Adı her ne kadar tatil olsa da dinlendin mi diye sorarsanız ona da yok derim. Ama gözümü ve ruhumu dinlendirdim, bedenimi tam olmasa da. Canım Karadenizim gözümü ve ruhumu yeşile, sessizliğe, huzura doyurdu. Gözümü nereye çevirsem yeşilin binbir tonu çıktı karşıma. Yaylalara da çıktım, meşhur Uzungöl'üne de gittim (hatta 4 kere!) dağ tepe dolaştım Zeynep'in izin verdiği ölçüde. İzin verdiği ölçüde diyorum çünkü tatile çıkmadan önce planım Zeyno'yu onu özlemle bekleyen babaanne ve dedeye satarak gezip tozmaktı. Herzamanki gibi planım elimde patladı. Değil Zeyno'yu uzun uzadıya yarım saat dahi bırakmak mümkün olmadı. Sesinin son perdesinden hönkürerek kucağımdan inmedi. Kimselere gitmedi, yemek yemeyerek beni çıldırma eşiklerinde dolaştırdı. Şanssızlık ki en zor zamanında gittik tam azı dişlerini çıkarmaya çalışırken. Tüm huysuzlukları bu vesileyle çarpı iki, çarpı üç olarak bize daha çok bana geri döndü. Kimselere gitmedi derken buna zaman zaman baba da dahil oldu. Bu tatilde yeni huylarda edindi küçükhanım. Misal: istediği olmayınca kendini yerlere atıp tepinme ve çığlık çığlığa bağırma gibi. Ben her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da -alışkanlık edinmesin diye- döndükten sonra da baktım hala aynı telden çalmaya devam ediyor. 
Trabzon güzelliklerine dönecek olursam gerçekten de memleketim tam bir kafa dinleme yeri. Sessizlik, sükunet paha biçilemez. Zeyno'nun gündüz uykularına eşlik etmek, yada o uyurken sakince kitap okumak, geceleri kalın battaniyelerle yatmak, hatta akşamları sobaların yanması, o sobada odun közünde pişirdiğimiz mısırları afiyetle mideye indirmek, yeni pişmiş mısır ekmeğini mis kokulu tereyağla mideye indirmek (hımmm olsada yesek şimdi), bahçeden taze salatalık, domates, biber toplayıp kahvaltıda lüpletmek, sonracıma yağmurun sesiyle mayışmak (bir gece çok korkutsa da, o kadar şimşek çakıp yağmur yağdı ki yatağımın içinde salavat çekip durdum- selden çok korkarım da), kışın istanbul'da olan tüm ahaliyle yazın orda karşılaşmak güzeldi netekim. Bir tatil de böyle bitti gitti.
Şimdi gündemimiz hala azı dişleri, patlayamadılar bir türlü, gece uykularımız perişan, bi deyin hele ne kadar zamanda çıkar bu dişler?